İslâm, insanın dünya hayatını bir imtihan yeri olarak görmesini ve bu süreçte Allah’a bağlılık içinde yaşamasını öğütler. Sabır, şükür ve tevekkül, Müslüman’ın hayatında hem bireysel hem de toplumsal huzuru sağlayan temel kavramlardandır. Bu kavramlar, insanın Rabbine olan güvenini, kadere olan teslimiyetini ve hayat karşısındaki duruşunu belirler.
Sabır, İslâm’da büyük bir fazilet olarak kabul edilir. Kur’an-ı Kerim’de sabrın önemine sıkça vurgu yapılmış, Allah’ın sabredenlerle beraber olduğu bildirilmiştir.“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile yardım dileyin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153) Sabır, sadece musibetlere dayanmak değil, aynı zamanda Allah’a itaatte sebat göstermek ve günahlardan sakınmak anlamına da gelir. Üç temel yönü vardır. Hayatta karşılaşılan sıkıntılara karşı dirençli olmak. Allah’ın emirlerini yerine getirirken sürekliliği sağlamak. Nefsin isteklerine karşı koyarak haramlardan sakınmak.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), sabrın cennetle mükâfatlandırılacağını bildirmiştir. Müslüman, başına gelen her olayın Allah’ın takdiriyle olduğunu bilmeli ve sabrı elden bırakmamalıdır.
Şükür, insana verilen nimetlerin farkında olup, bunları Allah’ın rızasına uygun şekilde kullanmaktır. Şükretmek, sözle olduğu gibi fiili olarak da mümkündür. Kur’an’da şöyle buyrulur; “Andolsun, eğer şükrederseniz, elbette (nimetimi) artırırım. Ama eğer nankörlük ederseniz, bilin ki azabım gerçekten şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7)
Şükrün üç temel unsuru vardır. Nimeti Allah’tan bilmek ve bunun farkında olmak. Allah’a hamd etmek ve O’nu övmek. Nimeti Allah’ın rızasına uygun kullanmak. Şükreden insan, elindekilerle yetinmesini bilir, daha fazlası için hırsa kapılmaz. Ayrıca şükretmek, nimetlerin artmasına vesiledir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), şükretmenin sadece bollukta değil, sıkıntılar karşısında da bir erdem olduğunu belirtmiştir.
Tevekkül, Allah’a güvenmek ve O’na dayanmak anlamına gelir. Ancak tevekkül, pasif bir bekleyiş değil, elinden geleni yaptıktan sonra sonucu Allah’a bırakmaktır. Kur’an’da şöyle buyrulur;“Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.” (Talak, 65/3) Gerçek tevekkül, sebeplere sarılmayı ve sonucu Allah’a teslim etmeyi gerektirir.
Peygamberimiz (s.a.v.), bir bedevinin devesini bağlamadan Allah’a tevekkül ettiğini söylemesi üzerine, “Önce deveni bağla, sonra tevekkül et” buyurarak tevekkülün doğru bir anlayışla yaşanması gerektiğini öğretmiştir. Tevekkülün üç temel aşaması vardır. İnsan üzerine düşeni yapmalıdır. İşlerin hayırlı bir şekilde sonuçlanmasını Allah’tan beklemek. Allah’ın takdirine teslimiyet göstermek.
Sabır, şükür ve tevekkül, bir Müslümanın dünya hayatındaki en önemli manevi rehberleridir. Sabreden insan, sıkıntılar karşısında yılmaz; şükreden insan, nimetlerin kıymetini bilir; tevekkül eden insan ise kaderine güvenerek huzurlu olur. Bu üç değer, Müslümanı hem dünya hem de ahiret saadetine ulaştırır.
Ramazan ayı, yazımıza konu olan; sabır, şükür ve tevekkül fiillerinin tecrübe edildiği bir zaman dilimidir. Oruç ibadeti, bu üç güzel eylemin provasını gerçekleştirir. Sonuna yaklaşmakta olduğumuz ramazan ayını sultan yapan da, bu üç eylemi insana öğretmesindendir. Ramazan boyunca bir eğitimden geçen, adeta eğitim seminerini tamamlayan kimselere, bu eğitim kampının sonunda verilen sertifika da bayram sabahı cennetlik olma müjdesidir.
Sabır, şükür ve tevekkül; kâmil mü’min özelliğidir…